SANATTA VE EDEBİYATTA DENETİM




Voila Dergisi'nin 9. Sayısı'na Gönderdiğim Yazı


Denetim, ya da eski ve daha geniş anlamışyla teftiş, çoğu durumda denetlenen kişi ya da kuruluşta; bir baskı oluşturan, tedirginlik yaratan, açık verme endişesi ile yürekleri hoplatan bir sorgulama ve araştırma olayıdır. Denetimin amacı, mevcut durumu varsa eksiklikleri ile ortaya koymanın yanında; bir şeyin doğrusunu bulup ortaya çıkarmak için çok boyutlu arama ve tarama sürecidir aynı zamanda.


Bugün denetleme dendiğinde; Sayıştay gibi idareyi denetleyen kurum, vergi denetimini sağlayan Maliye, trafikte ve günlük hayatta yasalara uyulup uyulmadığını kontrol ve denetlemeyi sağlayan Emniyet, Devlet Denetleme Kurulu ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu akla gelen ilk denetim kuruluşlarıdır. Türk Standartları Enstitüsü de bir tür denetim kurulu olarak düşünülebilir; çünkü TSE kaliteyi denetler. Örnekler çoğaltılabilir...


Fakat iş, edebiyat ve sanat alanında denetime gelince elimizde ne var? Koca bir hiç. Üyeleri aynı zamanda devlet memuru olan Kültür Bakanlığı'nın opera, bale, dans, tiyatro, koro ve benzeri topluluklarında sanatçı ve diğer kadrolarda görev alanların denetimi bakanlığın teftişine uğrar. Ancak özel alanda denetim hemen hemen yok seviyesindedir. Belediye; çarşıda, pazarda esnafı zabıtaları ile denetler; örneğin terazi kontrolü yapar. Terazinin kefeleri birbirini tutmaz ise o terazi mühürlenir, işletme sahibi ceza alır. Somun ekmekte gramaj dahi denetlenir ama iş sanat ve edebiyat alanında denetime gelince ortada kimse yoktur.


Denetimi sanatta ve edebiyatta zorlu kılan başlıca unsur; bu alanda denetimi kimin hangi yetkinlikle yapacağıdır. Görsel ve işitsel yayınları takip ederek denetleyen ve ağır yaptırımlar uygulama yetkisine sahip olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nu ele alalım. RTÜK'ün üyelerini partiler TBMM'deki sandalye sayılarına göre belirler. RTÜK'ün siyasi veya ahlaki kabuller ve toplumda sosyolojik etki ve davranışlar oluşturması nedeniyle bir programı ya da kanalı faaliyetten men etme cezalarını hepimiz duymuşuzdur. Aynı kurum acaba niçin haber programlarında kullanılan dil ve anlatımın bozukluğu, programların içerik ve tinsel olarak bayağılaşması ya da bu televizyon kanalları ve radyo programları aracılığıyla öne çıkarılan birtakım kişilerin sanata ve edebiyata verdiği zararı incelemez? Yetkileri mi yoktur yoksa arkalarındaki partinin seçmenlerini ürkütmekten mi korkarlar?


Voila Dergisi'nin sekizinci sayısında yazdığım yazıda; kültür ve sanatın karşılaştığı en önemli üç tehlikeyi sıralamış, uluslararası güce sahip bazı aileler ve kuruluşların kültür emperyalizmi yoluyla sanatsal sömürüsünü ortaya koyabileceğini, kendi çıkarları ve ticari kaygılarından ötürü kültürü değişime ve yozlaşmaya sevk edebildiklerini ifade etmeye çalışmış idik.


Aynı noktadan hareketle denetimsizliğin de bu uluslarüstü güçlerin işine geldiğini söyleyebiliriz. Sanatta piyasa kavramı; sanatsal kaygı taşımayan sadece toplumu anlık olarak hoş tutmak üzerine yapılan şarkı, film, şov programları, gösteriler vd. için kullanılır. Piyasa ürünü de satış sağlayan yani gelir getiren çalışmalardır. Sanatçı elbette çalışmalarının hakkı olarak belli bir gelire sahip olmalıdır. Bir yönetmenin illa ki tüm filmleri sanat filmi olmak zorunda değildir. Ya da kitaplar sırf sanat için yazılma ereği taşıyacak diye bir durum yoktur. Kültür ve sanat alanında ortaya konulan ürün ve hizmetlerde yüzde otuza yetmiş dengesi korundukça sorun yoktur. Ancak bu denge piyasa lehine bozulursa bir süre sonra sanatsal üretkenlik düşer ve piyasa da beslenemez olur. Talebi karşılayamayan arz ya erişilemez derecede az ve pahalı ya da ihtiyacı karşılayamayacak kadar verimsiz olur.


Bir toplum kültür ve sanat alanından ne kadar uzaklaşırsa; o kadar çabuk robotlaşır. Robotlaşan bir toplum; modern köle olarak istenilen biçimde kullanılabilir. Ancak yine de geniş kitleler hala okumakta, müzik dinlemekte ya da güzel sanatlarla ilgilenmektedir. Bu durumda toplumu ruhen ve manen çökertmek için kaliteyi düşürmek, sanatın içini boşaltıp bir balon haline getirmek, sözde eğlenceyi öne çıkartan özde hazzı ve estetik zevki yok eden ürün ve hizmetleri ortaya koymak gerekir. Bunu 1980'den bu yana liberal ekonomik politikalar ve bu politikanın izleği yazılı, görsel ve işitsel öğelerle yapıyorlar!


Sosyal medyanın da etkisiyle; bugün herkes kendini şair, yazar, güfteci, besteci, sanatçı, şef yani kısaca "ünlü" kategorisine koydu. Ortada denetim olmayınca kişi, kendine yakıştırdığı sıfatı kullanabiliyor. Üstelik "arkadaşımı kırarsam arkadaşsız kalırım" diyen kişiliklere sahip olduğumuzdan, gerçekler bize acı; yalanlar ise tatlı geldiğinden esasında beğenmediklerimizi bile beğeniyor böylece sanat alanında giderek ucuzlaşıyoruz.


İkamet ettiğim İzmir'de amatör koroların içler acısı performansları, sahnede yaşanan binbir çeşit rezillikler, maddi sorunlar nedeniyle koro çalıştırıcılarının ve derneklerin önüne geleni bu korolara alması ve korodaki kişilerin bitmek bilmez solo sevdası ile kendini gösterme hırsları ile salondaki seyircinin kalitesinin giderek düşmesi, Türk Sanat Müziği'nin geleceğini dahi tehlikeye sokacak boyutlara ulaştı. Amatör korolar, geçmişte bünyesinde yetiştirdiği gençleri, ilerleyen yıllarda sahnelere hazırlarken, koro elemanları adeta radyo sanatçıları ile yarışır olgunlukta eserler icra ederlerken bugün mahalle arası sokak eğlencesi yapar seviyeye düştüler.


Özel tiyatrolar da işi savsaklamaya başladı. Geçmişten bugüne tiyatroda yönetmene yakın olanın her zaman torpili vardı ama bu kaliteli işler yapılmasına engel değildi. Şimdilerde torpili olan ancak daha sesini bile kullanmayı bilmeyen kişilere başrol verilmekte, neye hizmet ettiği bilinmeyen oyunlarda bayat espiriler arka arkaya sıralanmakta, küfür ile güldürü gerçekleştirilmeye çalışılmakta, tiyatro başka yerlere atlamaya basamak olarak kullanılmaktadır.


Edebiyatta ise fecaat kendini gösteriyor. Bir kıyameti yaşıyoruz diyebilirim. Eskisine göre çok daha fazla dergi, gazete, kitap, kitapçı, yayınevi var. Ancak ortaya konan yazıların edebi ve sanatsal değerleri giderek düşmekte. İki öykü yazıp yayınlatamamış kişiler, parayla roman bastırmakta ve maalesef Kültür Bakanlığı bununla ilgili hiçbir şey yapmamaktadır. Daha ilk cümlede anlatım bozukluğu, daha ilk paragrafta onlarca yazım yanlışı yapılan kitaplar raflarda yerini almaktadır. Olay örgüsünü alt üst eden bir dinamiği kitabında yanlış yere koyan; örneğin bir cinayetin aydınlatılmasında orada olmayan bir kişiyi tanık gösteren yazar; "yılın en iyi romanı" ödülünü alabilmektedir. Bu kitapları gördüğümde asla tamamını okuyamıyor, kağıt için kesilen ağaçlara için için kan ağlıyorum.


Devletin siyasi ve dini kaygılardan uzak, illerde doğrudan valiye bağlı olmak üzere bir sanat kurulu oluşturması gerektiğini düşünüyorum. Bu sanat kurulu; içinde devlet memuru olsun olmasın adeta bir mahkemede bilirkişi yaparcasına nitelikli kişilerden oluşturulmalı. İçinde gencin de orta yaşlının da bulunacağı; devlet ve belediye sanatçıları dahil özel edebiyat, müzik, tiyatro, sergi vb. kültürel ve sanatsal faaliyetlerde herkesi denetleyici, kültürel mekanların eksiklerini belirleyebilecek, öneri sunabilecek ve yönlendirmeleri ile katkıda bulunabilecek; toplumda estetik zevki yükseltecek çalışmalarda bulunan ve rapor hazırlayabilecek eleştirmen kadrosunu oluşturması gerekir.


Oluşturulacak sanat kurulunun, sansür değil geliştirme yetkisi olmalı; örneğin bir edebi eserde yazım yanlışı varsa bunun baskısının düzeltilmesini, yine olay akışında hata varsa bunun değiştirilmesini isteyebilmeli ve editöryal yaptırım yetkisine sahip kişilerden oluşması sağlanmalı. Ayrıca telif hakları ve sanatçıların her dönem yaşamış olduğu sosyal güvence hakları sıkıntılarını çözebilecek ve yaşama standartlarını yükseltebilecek kararlar alabilecek, başarılı ama amatör seviyesinde kalmış, desteklenmemiş yetenekleri profesyonelliğe taşıyacak ve ayrıca ödüllendirme yetkisine de sahip olacak bir sanat kuruluna şiddetle ihtiyacımız var.


AHMET EREN ÖZEN

Yorumlar